Turizm politik açıdan bulanık görünüyor. Beklenmedik isyanlar veya beklenmedik darbeler dışında, turizm genellikle sadece yeşil çayırları, turkuaz deniz kenarlarını, (tabii ki turkuaz!) romantik gün batımlarını, muhteşem mimariyi, büyülü gelenekleri bilir. Turizm diktatörleri veya aşırı baskıcı rejimleri tanımıyor. Turist fazlalığı ve siyasi açık.
Turizm profesyonelleri ve turistler, politik ve sosyolojik olarak olumlu bir “hikaye anlatımı” içinde yaşıyorlar. Filtreli gözlükler olmadan tanıdığımız tek aşırılıkçılar, otel fiyatlarını veya hediyelik eşya fiyatlarını abartanlardır. Seyahat etmek ya da insanları gezdirmek bir peri masalında yürümeye benzer, ama kötü cadılar ya da üç başlı ejderhalar olmadan. Kıçını kuma göm, kafanı da!
Tatsız diyetler altında en büyük tehdit, otelin havuzundaki indirimli içki saatinin kaçırılmasıdır. Sonuçta, “Görmüyorsam yoktur.”
Instagram için güneş, kokteyl ve fotoğraf istiyoruz. Gerisi TV seti uzmanlarına aittir. Ekolojik farkındalığa bakmak istiyoruz ama politik farkındalığa çok fazla bakmıyoruz. Dünyanın gerçekleri yılın geri kalanına aittir. Tatilde değil, seyahat ederken değil!
Tartışmaları biliyoruz: Turizm yerel ekonomiye yardımcı oluyor; her ne kadar bu ekonomi çoğu zaman yozlaşmış elitlere fayda sağlıyorsa da; Diktatörler tarafından yönetilen ülkelere seyahat etmek bir dayanışma biçimidir, bu toplumların dış dünyaya açılmasına yardımcı olmanın bir yoludur. Ve sonra elbette: “Zevk ile politikayı karıştırmayız.”
Sonuçta, güneş parladığı ve kokteyller aktığı sürece ülkenin dizginlerinin kimin elinde olduğu neden umurunda? Dünyanın karanlık ve karmaşık gerçekleri tatillere değil, yılın geri kalanına özeldir! Hele işler böyle gittiği için pansiyondan çıkmadık.