Her yolculuğun cennete bir dalış olduğuna bizi inandıran bu klişeleri hepimiz ezbere biliriz. En iyi gerçeklik hayal gücümüzdür.
Nereye giderseniz gidin, ister Brittany’ye ister İzlanda’ya Ocak’ta gidin, turist barlarında hava her zaman güneşli olacaktır. Sanki her varış noktasının güneşle özel bir sözleşmesi varmış gibi. Bu arada pencereden dışarı bakıyorsunuz ve filoyu görüyorsunuz. Tekliflerinde “yağmur” seçeneğini atlamış olmalılar. Ve bu konuda bir şeyler biliyorum…

Sakinleri mi? Her zaman inanılmaz derecede misafirperver. Sokakta sana zar zor sarılacaklar. Buralı olmadığın ve onunkine hiç benzemeyen bir standartta giyindiğin için sana tuhaf bakan yerel adamdan hiç söz etmiyoruz.
“Nefes kesen manzaralara sahip huzur cennetleri” bazen, itiraf edelim, “tenis ayakkabılı/çoraplı, ellerinde selfie çubuklarıyla, hızla ayrılmadan önce Instagramlanabilir noktayı arayan 400 turistle karşılaşacağınız yer” olarak tercüme edilmesi gereken yerlerdir. Bu “nefes kesici” manzaralarda her zaman ıssız kumsallar ve yamaçlarda geniş, pitoresk çayırlar bulunur. Ne rüzgar türbini ne de vinç belli ama önemli değil. Fotoğraf için her ihtimale karşı Photoshop ile kırpma yapabiliriz.
Konu “otantik seyahat” olduğunda, gerçek yerlilerle tanışmak için hiçbir şey yerel pazarın yerini tutamaz. Çin malı hediyelik eşya satıcılarının arasında fotoğraf makineniz ve “Bali’yi seviyorum” tişörtünüzle orada olduğunuz zamanlar hariç.
Reklam, her halükarda, “unutulmaz bir yolculuk” için “Dünya parmaklarınızın ucunda”, “Hayallerinizin gerçekleştiği yere” bizi nasıl ulaştıracağını biliyor. Yolculuk kısa: hadi birinci sınıfta yapmayı deneyelim…